30 Temmuz 2018 Pazartesi

ENERJİNİN DÖNÜŞÜMÜ

         Ateşi bulan insanlar sıcak yemekler yemeye başlamış ve bu ağzının tadını bilme olayı hayatının diğer safhalarını da etkilemiştir. Rahatına düşkün yapıya sahip olan insanlar önceleri sularını dereden temin ederken daha sonra kuvvetten kazancın olduğu basit makineler ile beraber kuyulardan temin etmeye başlamışlardır.
        İnsanlar hem ağızlarının tadını biliyorlar ve hem de rahatlarına düşkünler, daha ne olsun da bilim gelişsin? Basit makinelerde güç kaynağı olarak insan gücü kullanılırken daha sonraları rüzgar gücü, su gücü ve en sonunda elektrik gücü kullanılmaya başlandı.
        Rüzgar enerjisi önce elektrik enerjisine dönüştürüldü, daha sonra bu elektrik enerjisi evlerde ya da fabrikalarda hareket, ısı, ışık enerjisine dönüştürüldü.
        Evlerde kullandığımız ütüler elektrik enerjisini ısı enerjisine dönüştürmektedir. Elektrikli süpürgeler ise elektrik enerjisini hareket enerjisine çevirmektedir.
        Bizlerde besinlerde bulunan kimyasal bağ enerjisini dönüştürürüz. Besinlerde bulunan kimyasal bağ enerjisini harekete, ısıya çeviririz.
        Netice itibariyle bütün enerji şekilleri birbirine dönüşmekte ve asla enerji vardan yok, yoktan var olmamakta; sadece şekil değiştirmektedir.
LÜTFİ ŞAHİN

29 Temmuz 2018 Pazar

YILDIZLARIN ENERJİ KAYNAĞI


     Binaların olmadığı, eğlencenin kısıtlı olduğu binlerce yıl önce insanların en büyük neşesi gökyüzündeki yıldızları seyretmekti desek hata yapmamış oluruz.
        İnsanlar ilim adamı dedikleri astrologlardan sonra gerçek ilim adamları olan uzay bilimcilerin yıldızlar hakkındaki görüşlerini dikkate almışlardır. Ali Kuşcu, Uluğ Bey gibi bizim toplumuzdan çıkan uzay bilimcilerin yanı sıra batı medeniyetinde Kepler, Galileo gibi uzay bilimciler yaşamıştır.
        Uzay bilimcilerin yapmış olduğu çalışmalar neticesinde gökyüzünde bulunan bütün gök cisimlerin ışık yaymadığı, bazılarının ışık kaynaklarından gelen ışını yansıttıkları ortaya çıkmıştır. Uzayda enerji yayan yıldızların yanı sıra gezegenlerin, gök taşlarının, kuyruklu yıldızların ve bir çok farklı nesnenin olduğu bulunan bilgiler arasında yer almıştır.
        Meraklı bilim insanları 20. yüzyıl içerisinde yıldızların enerji kaynağını tespit etmeleri bilim dünyasında sevinç çığlıklarının atılmasına neden olmuştur.
        Einstein’ın maddenin parçalanmasında açığa çıkan enerjinin çok fazla olduğu ve bunun yıldızların enerji kaynağı olabileceği düşünülünürken aslında yıldızlarda maddenin parçalanmadığı, maddenin kaynaştığı bulgular içerisinde yer aldı.
        Füzyon dediğimiz maddenin kaynaşması olayı bütün yıldızlarda gerçekleşmekte ve yıldızlar enerjilerini birleşen atom çekirdeklerinin açığa çıkardığı enerjiden sağlamaktadır.
        Yıldızlarda kullanılan madde hidrojen olup hidrojen atomlarının kaynaşması sonucu helyum atomları ve büyük miktarda enerji açığa çıkmaktadır.
        Sadece hidrojen değil, bazı yıldızlarda karbon atomları kaynaşmakta, bazılarında oksijen atomları kaynaşmakta; netice itibariyle yıldızların hepsinde füzyon olayı gerçekleşmektedir.
LÜTFİ ŞAHİN

21 Temmuz 2018 Cumartesi

DENKLEMSEL İFADELERİN MANTIĞI



        Gökyüzündeki yıldızları binlerce yıl önce gözlemleyen insanlar sayıların ifade edilmesi ile beraber muhtemelen gökyüzündeki yıldızları sayma girişiminde de bulunmuşlardır.
        Sayıların bulunması ile beraber bir ineğin bir koyundan daha ağır olduğu da sayılarla ifade edilmeye başlandı. Bir ineğin 3-4 koyuna bedel olması yetiştirilen öğrencilere sorulan soruların içerisinde bilinmeyen ifadelerinde kullanılmaya başlanılmasına neden oldu.
        X+5=0
        X-3=0
        Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi tek bilinmeyenli denklemler ortaya konulduğu gibi aşağıdaki gibi iki bilinmeyenli denklemlerde öğrencilere sorulmaya başlandı.
        X+Y+7=0
        X-2Y+9=0
        İster x,y isterse a,b kullanılsın; denklemsel ifadelerde elmayı elmaya, armutu armuta çevirmeniz gerekmektedir. Yani x ifadesini y cinsinden ya da y ifadesini x cinsinden ifade etmeniz gerekmektedir.
        X-2Y=0  ise X=2Y
        Bu şekile çevirdikten sonra artık denklemi çözmeniz kolaylaşmış durumdadır. Asla elmayı armut ile kıyaslamayın ,birbirine dönüştürün.
        Aşağıda konu ile ilgili bazı örnekleri verebiliriz.
        X+3Y=0 ise X=-3Y
        2X-3Y=0 ise X=3Y/2
        Konunun mantığını kavramanız sizin konu ile ilgili soruları çözmenizi sağlayacaktır.
LÜTFİ ŞAHİN

20 Temmuz 2018 Cuma

DERSLERE ÇALIŞMA TEKNİKLERİ

        Binlerce yıldır birisi öğretiyor, diğeri öğreniyor; sonra öğrenen de öğretmeye başlıyor. Tarih boyunca bu böyleydi ve bundan sonra da böyle devam edecek gibi gözüküyor.
        İster uzman olsun ister amatör, aslında her insan istese de istemese de bir öğretmendir. İlk eğitim aile de başlar ve toplumun çekirdeği olan aile eğitimi çok önemli bir yere sahiptir. Bu duruma göre herkes öğretmen olduğu gibi aynı zamanda herkes bir öğrencidir.
        Öğrenme süreci öğrenciler için büyük bir dert olmaktadır. Size şunu söylemek isterim ki iyi bir öğrenme için en olmazsa olmaz şey iyi bir uykudur. Yanlış mı yazdınız demeyin, evet, iyi bir uyku dedim. İyi bir uyku uyumazsanız beyniniz size oyun oynar ve asla tam kapasite ile çalışmaz. Aynı zamanda öğrendiklerinizi kısa zamanda unutursunuz. Bu nedenden dolayı uyku çok önemlidir.
        Uykuya zaman ayırdığımız zaman hangi zaman aralığında çalışacağız? Kendinize uygun bir çalışma programı hazırlamalısınız. Bu plana uygun hareket etmelisiniz. Bu konuda rehber öğretmeninizden çalışma planı isteyebilirsiniz.
        Yazarak çalışma ve yazma esnasında sesli tekrar; işte size kalıcı öğrenmenin temeli. Ama öyle körü körüne yazma değil, soru-cevap şeklinde yazma olmalı. Eğer konu hakkında sorular sormaya başladıysanız, artık öğrenmeye başlamışsınız demektir.
        24 saat geçmeden bir gün önceki yazdıklarınızı tekrar gözden geçirmelisiniz. Aynı günde bütün derslere çalışmamalısınız, yoksa beyniniz alt üst olur. Nasıl dengeli ve düzenli besleniyorsunuz; aynı şekilde dengeli ve düzenli bir şekilde çalışmalısınız. Başarı o zaman sizin peşinizi bırakmayacaktır.

LÜTFİ ŞAHİN

İNSANLAR NEDEN TOPLU YAŞARLAR?

        Bundan binlerce yıl önce hayvanları avlayan, ağaçlardan meyve toplayan insanlar da günümüzde yaşayan modern insan da topluluk halinde yaşamaktadır. Bunun nedenlerini sosyologlar araştırdıklarında insanın en sosyal varlık olmasının temel neden olduğunu ortaya koymuşlardır.
        İnsanlar rahat yaşamayı seven varlıklardır ve bu rahatlığı tek başlarına yaşayarak sağlayamazlar. Elbiseyi terzi dikecek, saçları berber kesecek, eğitimi öğretmenler yapacak; velhasıl her insanın bir mesleği olacak ve bu şekilde rahat bir yaşam sürmesi kolaylaşacak. Her işle uğraşmış olsaydı kendisine yeterli vakit kalmayacaktı ve yeterince istirahat edemeyecekti.
        Sadece rahatlık için değil bu bir arada yaşama ihtiyacı; birbirleriyle konuşma, birbirlerinin fikirlerini alma gibi sosyal olmanın gerekliliği de bu birliktelikte rol almıştır.

LÜTFİ ŞAHİN

BÖLME İŞLEMİ VE SAĞLAMASI

BÖLME İŞLEMİ VE SAĞLAMASI

BÖLME İŞLEMİ VE SAĞLAMASI

BÖLME İŞLEMİ VE SAĞLAMASI

19 Temmuz 2018 Perşembe

KARBONHİDRATLAR

        Yaşamamızı sağlamamız için gerekli ana enerji kaynağı olan karbonhidrat adı verilen organik moleküllerdir. Karbonhidratlar şeker sayısına göre aşağıdaki gibi gruplara ayırabiliriz:

        A-MONOSAKKARİTLER (TEK ŞEKERLİLER)
         *Sindirilmezler
        *Tek bir molekülden oluşmuşlardır.
        *Kanda bulunur.
        *Karbon sayılarına göre adlandırılırlar.
          1-Pentozlar:   5 karbonlu şekerlerdir. Riboz RNA'nın yapısına ve deoksiriboz DNA'nın yapısına katılır.
        2-Heksozlar: 6 karbonlu şekerlerdir. Glukoz,fruktoz ve galaktozdur.

        B-DİSAKKARİTLER (İKİ ŞEKERLİLER)
        *Monosakkaritlerin dehidrasyonu sonucu oluşurlar. 1 molekül su açığa çıkar. Öenemlileri:
        -Maltoz: Glukoz+Glukoz
        -Sukroz (Sakkaroz): Glukoz+Fruktoz
        -Laktoz: Glukoz+ Galaktoz

        C-POLİSAKKARİTLER (ÇOK ŞEKERLİLER)
        *N sayıda monomerin bir araya gelmesi sonucu oluşur. n-1 tane su açığa çıkar. Önemlileri:
        -Nişasta :Bitki depo polisakkaritidir.
        -Selüloz: Bitki yapı polisakkaritidir.
        -Glikojen: Hayvanlarda depo polisakkaritidir.
        -Kitin: Bazı omurgasızlarda ve mantarlarda yapıya katılırlar.

LÜTFİ ŞAHİN

ÇARPMA İŞLEMİ ÖRNEKLERİ

ÇARPMA İŞLEMİ ÖRNEKLERİ

ÇARPMA İŞLEMİ ÖRNEKLERİ

ÇARPMA İŞLEMİ ÖRNEKLERİ

ÇARPMA İŞLEMİ ÖRNEKLERİ

ÇARPMA İŞLEMLERİ

MADDELERİN SINIFLANDIRILMASI

        İlkokul öğrencileri tarih şeridinde taş devrinden sonra maden devrinin başladığını görmektedir. Binlerce yıl sonra ise bu sınıflandırma taş maden şeklinde değilde daha teferruatlı bir şekilde yapılmaya başlandı. Periyodik cetvelinde bulunması sonrası bu sınıflandırma son halini aldı, belki de almadı, bilim hiç bir zaman olduğu yerde durmuyor.
        Periyodik cetvelin ortasındaki grupları ele almazsak 3 tip maddeden bahsetmemiz mümkün. Bunların karşılaştırmaları aşağıdaki gibidir.

        METAL;Son yörüngesinde 1 ile 3 elektron taşır.
        AMETAL;Son yörüngesinde 4 ile 7 elektron taşır.
        SOYGAZ; Son yörüngesinde 8 elektron taşır. (Helyum hariç, helyumda 2 elektron vardır.)

        METAL;Şerit ve levha haline getirilebilinir.
        AMETAL VE SOYGAZ; Şerit ve levha haline getirilemezler.

        METAL;Civa hariç hepsi oda sıcaklığında katıdır.
        AMETAL: Katı, sıvı, gaz olanları vardır.
        SOYGAZ; Hepsi gaz halinde bulunur.

        METAL;Kendi aralarında bileşik yapmazlar, ametallerle yaparlar, devamlı elektron verirler.
        AMETAL;Hem metallerle hem de kendi aralarında bileşik yaparlar.
        SOYGAZ;Hiç bir şekilde bileşik yapmazlar.

        METAL; Elektriği ve ısıyı iletirler.
        AMETAL VE SOYGAZ; Elektriği ve ısıyı iletmezler.

LÜTFİ ŞAHİN

18 Temmuz 2018 Çarşamba

DOĞADAKİ MADDE DÖNGÜLERİ

            "Madde vardan yok yoktan var olmaz, sadece şekil değiştirir." Bu ifade ile beraber bilim insanları artık biliyor ki doğadaki maddeler hiç bir zaman yok olmuyor, sadece birbirine dönüşüyor.
        Ekoloji ve biyolojinin bazı alt dalları da bu madde değişiminde karbon devrini, azot devrini ve su devrini ele almışlardır. Çünkü canlıların temelinde bu maddeler bulunmaktadır ağırlıkta.
        Bir çok canlı oksijeni dışarıdan almakta ve dışarıya karbon dioksiti vermektedir. Bu karbon dioksitte bitkilerde fotosentez sayesinde karbon ile oksijen ayrılmaktadır. Bu döngü sonsuz bir şekilde devam etmektedir.
        Ölen canlıların vücutlarında yer alan azotta toprakta bulunan bakteriler sayesinde tekrar doğaya kazandırılmaktadır. Bu da azot döngüsü içerisinde yer almaktadır.
        Denizlerdeki ve okyanuslardaki sular güneş ışınlarının etkisiyle buharlaşmakta ve sonra bu buharlaşan su bulut halindeyken soğuk havayla karşılaşınca tekrar yeryüzüne dönmektedir. Bu da su döngüsü olarak ele alınmaktadır.
        LÜTFİ ŞAHİN

MADDELERİN HAL DEĞİŞTİRMESİ

        Eski çağlarda, ateşin olmadığı zamanlarda muhtemelen yanardağlardan çıkan lavların denizlere akarken suyu buharlaştırması insanlarda korku yaratmaya yetmiştir. Daha sonraki yüzyıllarda ateşin bulunması ile beraber leziz yemeklerin sırrının ateşte pişirmek olduğu keşfedilmişe benzemektedir.
        Ama insanlar daha yemekteki suyun buharlaştığından ve bunun bir hal değişimi olduğunu kelimelerle ifade edebilmeleri için binlerce yıllık bir zamana gerek duymuştur tarihi süreç.
        Bir buz parçasının sıvı olan suya dönüşmesine erime, sıvı olan bir suyun tamamen buhar olan su haline dönmesine kaynama; olayların ters yönde cereyan etmesi sonucu gaz halindeki buharın sıvı hale dönmesine yoğuşma, sıvı olan suyun buz haline dönmesine donma; bu olayların kademe atlayarak gerçekleştirmesi olayında ise yani katı bir maddenin gaz haline dönmesine süblimleşme, gaz halindeki bir maddenin katı hale dönmesine kırağılaşma demekteyiz günümüzde.
        Ben yukarıdaki örneği su üzerinden verdim, ancak büzün maddeler için bu geçerlidir. Katıdan sıvıya ve sıvıdan gaza geçebilmesi için maddenin ısı alması gerekmektedir. Tam tersi olarakta gazdan sıvıya ve sıvıdan katıya geçebilmesi için de ısı vermesi gerekmektedir.
        Hal değişikliği fiziksel bir değişim olup maddenin atomik yapıda bozulmasına neden olmamaktadır.
LÜTFİ ŞAHİN

BİNOMİNAL ADLANDIRMA

        Aristo'dan başlayan sınıflandırma son şeklini almış haliyle modern dünyada kullanılmaktadır. Aristo'nun ampirik sınıflandırmanın tam aksine ortak özelliklere sahip bir çok husus ele alınarak sınıflandırma yapılmaktadır günümüzde.
        Biyolojik sınıflandırma aynı zamanda isimlendirmede de önemli değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Günümüzde yapılan isimlendirmede eski yunanlıların kullanmış oldukları isimlerden faydalanılmaktadır. Latince olarak ifade edilen bu adlandırmada birinci isim cins ismi, ikinci isim tür ismi olarak ele alınmaktadır.

        ÖRNEKLER
Pinus (Cins adı) + nigra (tür adı): Pinus nigra (kara çam)
Pinus (cins adı) + pinea (tür adı): Pinus pinea (fıstık çamı)

Morus (cins adı) + alba (tür adı): Morus alba (beyaz dut)
Morus (cins adı) + nigra (tür adı):Morus nigra (kara dut)

LÜTFİ ŞAHİN

ZEKİ İNSANLARIN 8 ÖZELLİĞİ

DOLAŞIM SİSTEMİ

İNSANDA KAN DOLAŞIMI TÜRLERİ

32 FARZ

UZUNLUK ÖLÇÜLERİ

DNA

BİNOMİNAL ADLANDIRMA

ENZİMLER

PROTEİNLER

YAĞLAR

KARBONHİDRATLAR

13 Temmuz 2018 Cuma

KİŞİLİK BÖYLE OLMALI

Ahmet, felsefe öğretmeninin verdiği proje ödevini düşünüyor ve bir türlü karar veremiyordu. Ne yapmalı? Nasıl sonuca ulaşmalıydı? Bunların kararını veremiyor ve bir aydır ne yapacağını düşünüyordu…
***
Ahmet’in evine gelen büyükbabası ve büyükannesi, Ahmet’in sıkıntılarını bir nebze azaltmış, ya da Ahmet böyle hissediyordu. Ne var ki, düşünceli durumu tamamen bitmemiş ve bu da Ahmet’in dedesinin gözünden kaçmamıştı… Torununa gülümseyerek konuşur:
-Benim adı adıma, huyu huyuma benzer torunum… Bir sıkıntın varsa söyle de beraber çözüm bulalım…
Dedesini çok seven ve onun aklına güvenen Ahmet, biraz sıkılgan bir tavırla konuşur:
-Dedeciğim, bizim felsefe öğretmeni bir proje ödevi verdi, onu nasıl yapacağımı düşünüyordum… Kişilik nasıl olmalı? Bunu deneyle ifade edin. Bu tarzda bir ödev. Kişiğin nasıl olması gerektiğini az çok biliyorum, ancak bunu nasıl deneye dökmem gerektiğini bilmiyorum…
-A benim güzel torunum, kişilik su dolu bir kaba değil, demir bir kiloya benzemeli… Öyle değil mi?
Bilmece gibi konuşan dedesini anlamamıştı. Dedesine sorma ihtiyacı hissetti ve sordu:
-Pek anlamadım dedeciğim, biraz açar mısın?
-Ben sana ip ucunu verdim, geri kalanını sen bul…
***
Haftalar birbirini kovalamış ve sonunda Ahmet için büyük gün gelmişti… Ahmet, dedesinin anlatmak istediğini çözdüğünü düşünüyor ve buna uygun tarzda yanında malzemeler getirmişti.
Derse giren öğretmeni Ahmet’i tahtaya kaldırmış ve soru sormaya başlamıştı:
-Hazır mısın?
-Hazırım öğretmenim…
-O zaman anlat bakalım…
Sıranın üstüne iki kap koyan Ahmet birinci kabı göstererek sınıftaki arkadaşlarına anlatmaya başlar:
-Arkadaşlar , bazı kişilikler var dır ki, bu kap gibi boştur.
Daha sonra getirdiği suyu bu kaba boşaltır ve daha sonra kabın içindeki suyu başka bir kaba döker. Bu kap daha büyüktür. Daha sonra birinci kabın içine meyve suyu döker ve bunu da büyük kabın içine döker. Sonra arkadaşlarına dönerek şunları söyler:
-Arkadaşlar şu an gösterdiğim bu kap örneği, olmaması gereken kişiliğe en güzel örnektir. Güçlü insanların karşısında başka, zayıf insanların karşısında başka olan bu kişilik örneği, olmaması gereken kişiliğe en güzel örnektir.
Öğretmeni sorar:
-Peki, bir kişilik nasıl olmalıdır?
Getirdiği şeffaf ve içi dolu olan diğer kabı çıkaran Ahmet konuşur:
-Olması gereken kişilik böyle olmalıdır. Her durum ve şartta kişiliği değişmemeli ve konumunu korumalıdır.
Ahmet’i bütün sınıf ayakta alkışlamıştı. Bütün öğrencilerin çok zor dediği ödevi Ahmet, güzel bir şekilde anlatmıştı. Ahmet:
-Son söz olarak Mevlana’nın güzel bir sözü ile konuşmamı sonlandırmak istiyorum… ”Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün.”
***

NOT:Bu yazımı Hazreti Mevlana’ya ithaf ediyorum…
Kaynak: Kişilik Böyle Olmalı - Lütfi ŞAHİN

ŞÜPHE ETMEM

Cıvıl cıvıl öten kuşlar baharın geldiğini ispatlar tarzda insanları adeta neşeye davet ediyordu. Yeni yağmış yağmurda, etrafın nemli ve ahenkli bir toprak kokusu ile kokmasına neden olmuştu. Bu kadar güzel bir ortamda üniversiteler bahar şenliği düzenlemekte ve bu şenliklere, konferans veren bilginlerde ayrı bir hava katmaktaydı…

Ünlü bir fizik profösörü olan Ahmet Bey, konferanslarından birisini vermek üzere bir üniversitenin kampüsüne gelmişti. Son hazırlıklarını yapıyor ve arabasından inmeye hazırlanıyordu. Özel şöförü geriye dönerek:
-Beyim, kız kardeşiniz arıyor, telefona bakar mısınız?
Bunu dedikten sonra araç telefonunu Ahmet Bey’e uzatır.
-Efendim...
-……..
-Annem rahatsızlandı mı? Hangi hastaneye kaldırdınız?
-………
-En kısa zamanda geleceğim…
***
Konferansa gelen davetliler yerlerine oturmuş ve Dünya’ca ün yapmış olan Ahmet Bey’in konuşmasını dinlemek üzere adeta nefeslerini kesmişlerdi… Kürsüye gelen Ahmet Bey giriş konuşmasını yaptıktan sonra önündeki bardaktaki sudan bir yudum alır ve devam eder:
-Tarih içerisinde insanlar varlıkların sadece gözle görebildiklerinden ibaret olduğunu düşünmüşlerdir. Ancak son yüz yıl içerisinde bulunan aygıtlar sayesinde gözle görünenin gözle görünmeyen yanında çok az olduğu ortaya konmuştur. Hiçbir şeyin kendiliğinden olmadığı matematiksel veriler ile ifade edilmiş ve bu da bizi tek bir gerçeğe götürmüştür…
Dinleyiciler nefeslerini kesmiş ve bu gerçeğin ne olduğunu büyük bilginin ağzından duymak için sabırsızlanmışlardı. Önündeki bardaktan bir yudum su daha içen Ahmet Bey konuşmasına devam eder:
-Bu gerçek bir yaratıcının olduğu gerçeğidir. Fizikteki bütün nitel ve nicel veriler de bunun böyle olduğunu bizlere ispatlamaktadır. Bu gün atomu bile gözle göremezken, gözle görülmeyen bir yaratıcı yok demek tüm bilimi hiçe saymak demektir.
Önündeki bardaktan bir yudum su daha içen Ahmet Bey konuşmasını sürdürür:
-İmtihan olan ve çok az nesneyi görebildiğimiz Dünya hayatında bende şu an bir imtihandan geçiriliyorum ve annemin rahatsız olduğu, hastaneye kaldırıldığı haberi ile konuşmamı yarıda bırakmak zorunda kalıyorum. Sizlere söz verdiğim için bu konuşmayı yaptım, yoksa daha önce gidecektim.
Geçmiş olsun uğultuları arasında yürüyen Ahmet Bey’in gözlerinden akan iki damla göz yaşını ise kimse fark edememişti…
Kaynak: Şüphe Etmem - Lütfi ŞAHİN

12 Temmuz 2018 Perşembe

DİŞ SAĞLIĞI

İnsanların bütün organları önem taşımaktadır. İnsanoğlunun bütün organ ve bölümleri olmazsa olmazın parçaları içerisinde yer almaktadır.
Midesi ağrıyan insanın ızdırabını ona sormak gerekir. Gözü iyi görmeyen kişinin sıkıntısını ona sormak gerekir. Ya da herhangi bir uzvu ya da organı iyi işlemeyen kişinin sıkıntısını ona sormak gerekir.
Bütün organ ve uzuvların tam çalışması sağlıklı birey için olmazsa olmazlar içerisinde yer almaktadır. Bu organ ve uzuvların sağlığının bozulması ise kötü sonuçlar doğurmaktadır.
Bu organ ve uzuvların işlevselliğinin kaybolması ya doğuştan kaynaklı nedenler ya da sonradan olma faktörler sonucunda olmaktadır.
İnsan için önem taşıyan kısımlardan birisi de dişleridir. Dişler denilince diş sağlığı da ele alınmalıdır.
Bir şeyleri yememize ve yediğimiz şeyleri öğütmemize yarayan dişler ilk mekanik sindirimin gerçekleştiği adeta değirmen taşlarıdır.
Sağlıklı dişlere sahip bireylerin olması sağlıklı bir toplumun oluşması yönünde atılacak ilk adımlar arasında yer almaktadır.
Diş sağlığının temeli küçük yaşlarda atılacak adımlarla belirlenmeye başlar. Küçük yaşlarda olan çocukların süt ve süt ürünleri ile beslenmesi çok önemlidir. Kalsiyum bakımından zengin olan dişlerin, yine kalsiyum bakımından zengin süt ve süt ürünleri tarafından takviye edilmesi iyi sonuçlar doğuracaktır.
“Ağaç yaşken eğilir.” Bu atasözünün önemini bilen ebeveynler, aynı zamanda çocuklarının diş fırçalama alışkanlığı kazanmalarının küçük yaşlarda başlayacağını bilirler. Günde en az 3 kere dişlerin fırçalanması, diş sağlığı için büyük önem arz etmektedir. Dişler üzerinde biriken yemek artıkları bakteriler için iyi bir besin kaynağı oluşturacaklardır. Bu besin kaynakları eğer fırçalanarak giderilmezse, bakteriler üreyerek asidik karakterde salınımlara neden olacaktır. Bu ise dişlerin çürümesine neden olacaktır.
Diş sağlığında olmazsa olmazlardan birisi ise şekerli yiyeceklerin fazla tüketilmemesidir. Şekerli yiyecekler hem doğrudan hem de dolaylı olarak diş sağlığını etkiliyerek dişlerin çürümesine yol açacaktır.
Bir başka husus ise sert şeylerin dişler ile kırılmaması hususudur. Sert cisimler dişler ile kırılacak olursa, bu mine tabakasına zarar verecektir. Bu nedenden dolayı çocukların dişleri ile fındık gibi sert şeyleri kırmamaları konusunda uyarılmaları önem taşımaktadır.
Diş sağlığı konusunda yapılacak başka bir uyarı ise sıcak ve soğuk şeyler ile temasın önüne geçilmesidir. Sıcak ya da soğuk şeyler diş sağlığını olumsuz yönde etkileyecektir.
Sağlık önemli bir husustur. Diş sağlığı ise bizim ana sağlık gündemimiz olmalıdır. Diş sağlığını kaybeden bireyler hem madden hem de manen kendilerini kötü hissedeceklerdir. Dişlerimiz için her 6 ayda bir sağlık kontrolü yaptırmamız önemlidir.
Güzel günler, sağlıklı gülüşler sizlerin olsun temennisiyle…
Kaynak: Diş Sağlığı - Lütfi ŞAHİN

TIBBİ BİYOLOJİ

Açılmış hali canlı bilimi olan biyoloji bilimi iki ayrı Latince kelimenin birleşmesi sonucu oluşmuştur. Biyo; canlı ve logo; bilim ve bu iki Latince kelimenin birleşmesi sonucu canlı bilimi manasına gelen biyoloji terimi doğmuştur.
Nedir biyoloji? Bu soru hepimizin okul hayatları boyunca veya hayatımızın diğer zamanlarında karşımıza çıkmıştır. Canlıların iç yapısından tutunda canlıların birbiri ile olan ilişkilerine kadar bir çok konuyu inceleme sahası içerisine almış olan biyolojinin en temel uğraş alanını ise hücre oluşturmaktadır…
Hücre, yani canlının en küçük yapıtaşı olan en küçük canlılık birimine verilen addır. Virüslerde biyolojinin inceleme sahasına girmekte, ancak gerçek bir hücre organizasyonu göstermemektedir. Diğer hücrelerin içerisine girdiğinde canlı, dış ortamda kristalize yapıda olan virüslerin en büyüklerinden birisi poks virüsleri olup, binlerce tip virüs tiplemesi ile poks virüsü bunlardan sadece birisini oluşturmaktadır.
Peki biyolojinin alt dalları var mıdır? Belki bu soru yazının başlığını okuduğunuz anda aklınızdan geçmiş olabilir. Biyoloji içerisinde ele alınan alt dallar içerisinde taksonomi, fizyoloji, biyokimya, mikrobiyoloji, genetik söylenebilir. Ama alt dallar sadece bunlar olmayıp daha onlarca alt bölüm ifade edilebilir.
Bu alt dallardan taksonomi canlıların hem kendileri ve hem de çevreleri olan ilişkilerini ele alıp canlıların sınıflandırılmasını sağlayan bir alt bilimdir. Bu sınıflandırmayı yaparken değişik birim adlarını kullanır. Bunların en büyüğü alem olup daha alt birimlere doğru ayrılır. Birbirine benzer canlılar aynı gruplar içerinse konularak sınıflandırma yapılır. Sonuç olarak büyük bir sistemli çalışmayı gerektirdiği görülür.
Fizyoloji alt dalı ise canlıların daha çok moleküler düzeyde olan yapıları ile bu moleküllerin salgılanması ve düzenlenmesi ile ilgili olan incelemeleri gerçekleştirir. Bu çalışmalar ister bitkilerde isterse hayvanlarda olsun büyük bir emeği ve sabrı gerektiren çalışmaları bünyesinde barındırır.
Biyokimya alt bilim dalı ise canlıların kimyasını ele alan bir bilim dalı olup,organizmalar arası etkileşimlerde çok büyük önem kazanmaktadır. Biyokimyasal çalışmalar içerisinde çokça deney ve formül ile ifade etme yerini almıştır.
Mikrobiyoloji ise patojen yaşayan yada yaşamak için bir canlıya ihtiyaç duyan canlıların dünyasını ele alan bir alt bilim dalıdır. Bu canlılar içerisinde bakteriler, mantarlar, virüsler, parazitler gibileri söylenebilir.
Genetik ise 20. yy içerisinde ele alınmaya başlanmış ve temellerinin Mendel tarafından atıldığı ifade edilebilen bir alt bilim dalıdır. Daha çok canlıların özelliklerinin aktarımı ve meydana gelen değişiklikleri ele alır.
Biyoloji bilimi bu incelemeleri yaparken diğer bilimlerden de istifade etmektedir. Tüm bu yapılan çalışmalar ise insanlığın daha rahat etmesi içindir…
Bu bilim dalının alt dalı olan ve mikrobiyoloji adı verilen ve mikroorganizmalar ile uğraşan bilim dalının bir alt uğraşı olan bakteriler üzerine yoğunlaşmak istiyorum.Gözle görülemeyen bakteriler,canlıların sınıflandırılmasında ve canlıların yaşam tarzlarında önemli role sahip birer etken canlı gruplarıdır.
Bakterilerin bir tip sınıflandırılmasında faydalı olanlar ,zararlı olanlar ve herhangi bir etkisi olmayanlar diye sınıflandırılabilir.Lactobacillusbulgaricus gibi yoğurdun oluşmasını sağlayan faydalı bakteriler yanında,clostridiumperfringes gibi gazlı kangrene neden olan zararlı bakterilerde mevcuttur.Birde bulunduğu yere göre faydası yada zararı olmayan eshrechiasp türleri vardır.Bunların bazı sujlarının ne faydası ve nede zararı vardır.
Bakteriler biçimlerine göre ise 4 sınıfa ayrılmaktadır.Bunlar koklar,basiller,vibriolar ve spiraller şeklindedir.Bunların içerisinde koklarda kendi arasında üçe ayrılmaktadır.Tek tek bulunanlar(monokoklar),ikişer gruplar halinde bulunanlar(dikoklar) ve çoğu bir grup oluşturarak bulunanlar(streptokoklar) şeklinde bir sınıflandırma yapılabilmektedir.
Bakteriler solunum durumlarına göre ise 4 grupta incelenebilir…Bunlar zorunlu aerob,zorunlu anaerob,fakultatifanaeroblar ve aerotolerananaeroblardır.Bunların bir kısmı sadece oksijenli ortamda,bir kısmı sadece oksijensiz ortamda ,bir kısmı her iki ortamda bir kısmı ise belli oranda oksijenli ortamda yaşayabilmektedir.
Bakteriler yapılarındaki duvara görede ikiye ayrılmaktadır.Bunlar ise gram negatif bakteriler ve gram pozitif bakteriler diye sınıflandırma oluşturulmasına neden olmaktadır.Bu sınıflanırmaya ise duvarın yapısında bulunan peptidoglikana bağlı olarak gidilmektedir.Gram pozitiflerde bu kısım kalın,gram negatiflerde incedir.
Ancak bakteriler bu kadar kısa biçimde anlatılamaz,konu ile ilgili milyonlarca makalenin olduğu göz önüne alınırsa, benim deryaya bir damla bıraktığım açığa çıkar…
Hücre içerisinde yaşamlarını sürdüren bakteriler örneğinde olduğu gibi,hücre içi parazit olan ve hücre dışında bakterilerden farklı olarak canlılık özelliği göstermeyen zorunlu hücre içi parazitlerine ise virüs adı verilmektedir.
Virüslerin tamamı hücre içerisinde yaşamlarını sürdürmek zorundadır.Bunların bir kısmı içerisine girdikleri hücreyi parçalayarak iş görür ki bunlar diğer virüs tiplerine göre daha tehlikelidir.
Virüsler,yapı itibari ile viral genomu taşıyan DNA ya da RNA moleküllerinden sadece birisini taşımaktadır.Viral genomun etrafını ise kapsomer birimlerinden oluşan ve kapsid adı verilen bir kılıf çevirir.
Viral genomu DNA olan virüsler içerisinde sadece parvovirüsler tek iplikli DNA taşımakta,diğer DNA virüsleri ise çift iplikli DNA taşımaktadır.RNA virüsleri ise reovirüsler hariç hepsi tek zincirli RNA taşırlar.
Bazı virüslerin etrafında ise zarf adı verilen yapılar yer almaktadır.Zarf taşıyan virüslere zarflı virüsler,taşımayanlara ise çıplak virüsler adı verilmektedir.
Virüslerin şekillerine bakıldığı zaman ise iki tip ile karşılaşmaktayız.Bu tipler simetri adı ile adlandırılmaktadır.Bunlar ise helikal simetri ve ikozohedral simetri(kompleks simetri) şeklinde sınıflandırılabilir.
Birde virüs benzeri yapılar bulunur ki bunların başında prion adı verilen yapıları örnek verebiliriz.Bu yapılar nükleik asid içermeyip protein içerirler.Pseudovirion adı verilen yapılarda ise kapsid içerisinde viral DNA yerine konakçı DNA sı vardır.Hücreleri enfekte ederler,ancak replike olmazlar.Birde viroid adı verilen yapılar vardır ki bunlar kılıfsız tek bir RNA molekülünden oluşurlar.RNA küçüktür ve protein kodlamaz.
Nezleden tümör oluşumuna kadar bir çok hastalığa neden olan virüslerden korunmanın en kolay yolu ise dezenfekte kurallarına uygun hareket etmek ve gerekli önlemleri(aşı gibi) önceden almaktır.Bu bizi ve ev halkımızı korumanın en etkin yoludur…
Mikrobiyoloji,parazit olarak yaşayan ve göz ile görülen bitten pireden tutunda;bakteri,virüs gibi gözle görülemeyen parazitler üzerinde de inceleme yapmaktadır.Bu incelemeyi yaparken,sadece bu canlılar değil,bu canlıların konakçı ile yani üzerinde yaşadığı canlılar ile olan ilişkilerine de eğilmektedir.
Mikrobiyolojinin incelediği bir sınıf ise mantarlar olup,bu mantarlar genel olarak gözle görülemeyen ve canlı organizmaya zarar veren tipte mantarlardır.Mantarların gözle görülenleri genel olarak hastalık yapmamakta,ancak amanita gibi mantarların yenmesi sonucu zehirlenmeler meydana gelmektedir ki;bu duruma “misetismus” adı verilmektedir.
Mantarlar ökaryotik canlılar olup eşeyli veya eşeysiz üreyen türleri mevcuttur.Hücre duvarları vardır.Cryptococcusneoformans gibi mantarlarda ise kapsül bulunmaktadır.Hücre duvarlarının yapısında kitin,glukan ve manan yer almaktadır.
Bazı mantarlar oda ısısında küf şeklinde,insan vücudunda ise maya şeklinde çoğalmaktadır.Bu tip mantarlara dimorfik mantarlar adı verilmektedir.
Mantarların neden olduğu rahatsızlıklardan bir kısmını da irdelemeden edemiyeceğim…Bunlardan ilki nezle benzeri reaksiyona neden olmalarıdır.Bazı mantarların neden olduğu bu reaksiyonlar virüslerin neden olduğu nezleden daha uzun süreli ve daha ağırdır.
Bazı mantarlar deri dışı yerlerde,örneğin saç,kıllar vb yerlerde rahatsızlıklara neden olur.Bu tip mantarlara örnek olarak Malasseziafurfur (yaptığı hastalık;pityriasisversicolor),Exophialawerneckii(yaptığı hastalık;tineanigra) verilebilinir.
Bazı mantarlar deride rahatsılıklara neden olabilir.Bu tip mantarlara örnek olarak Microsporumcanis(yaptığı hastalık;tineacapitis) verilebilinir.
Bu tip mantarların yanı sıra iç organlarda rahatsızlık veren mantarlarda vardır.Menenjit gibi rahatsızlıklara neden olabilen bu tip mantarlar ise daha çok vücudun zayıf kaldığı durumlarda etkilidirler.
Mantarlardan korunmak için bazı tedbirler mevcuttur.Vücut hatlarının kuru tutulması,ayağın koruyucu bir ayakkabı ile kapatılması ve alerjen olunan şeylerden kaçınılması söylenebilir…

LÜTFİ ŞAHİN

VEREM HASTALIĞI

Canlılığın var olması ve yaşamlarını güzel bir şekilde devam ettirebilmeleri için, akıllı varlıklar olan insanoğluna büyük görevler düşmektedir. Bu canlılar sınıfı ister vahşi olsun, ister evcil olsun ve isterse bitkiler olsun; insanoğlu bütün bu canlılığın devam etmesi için çalışmalar yapmalıdırlar, yapmışlardır da…
Ama insanın bu canlıların yanında kendi sağlığını da düşünmesi gerekmektedir. Konu ile ilgili çalışmalar yapan bilginler, insanoğlunun yaşadığı hastalıkların gözle görülemeyecek kadar küçük varlıklar tarafından meydana getirildiğini tespit etmişlerdir.
Evet, hastalık meydana getiren ifadeler ister bakteri olsun ve isterse diğer zararlı etkenler olsun, gözle görülemeyecek kadar küçük canlılar tarafından oluşturulmaktadır. Ama işin ilginç tarafı da bu hastalıkların oluşumu ya da taşınması sırasında etkenin ya da etkenlerin rol oynadığı ifadeler bütünüdür.
Konu ile ilgili çalışmalarda bulunan dünyaca ünlü bilginlerden birisi olan Koch adlı kişi, adından daha sonra verem etkeni diye bahsettiren “koch basilini” tanımlamıştır. Evet, bir basil olan verem mikrobunun bu günkü adı “mycobacterium tuberculosis” tir.
Çok tehlikeli bir hastalık olan bu hastalık, başta akciğerler olmak üzere bir çok organda zararlara yol açabilmektedir. Bu organlardan bazıları şunlardır;beyin, böbrekler, kemik, lenfoid doku… buna benzer ifadeleri uzatmamız mümkündür.
Bir insan eğer ki iki haftadan uzun bir öksüreğe tutulmuşsa, koyu bir balgam ve bu balgam yanında kan geliyorsa, iştahsızlık varsa ve gece terlemesi gerçekleşiyorsa veremden şüphelenmesi gerekmektedir. Tedavinin doktorlar gözetiminde yapılması gerekmektedir.
Ülkemizde tedavi verem dispanserleri tarafından ücretsiz bir şekilde yapılmaktadır. Doğrudan gözetim altında kullanılan ilaçların, düzenli kullanımı sonucunda tedavi gerçekleştirilmektedir. Tedavi yaklaşık altı ay sürmektedir. Tedavide önemli olan ise ilaçların aksatılmadan alınmasıdır.
Verem hastalığının bulaşmasında veremli bir kişinin öksürmesi ile karşı karşıya kalınması etkendir. Hastalık belki bir anda çıkmamakta, ancak vücut zayıf kaldığı bir anda hastalık ortaya çıkmaktadır.
Küçük çocukların bağışıklık sistemi yeterince gelişmemiştir ve mutlaka BCG aşısının yapılması gerekmektedir. Verem irsi bir hastalık değildir.
Verem hastalığının bulaşmasında toplu yaşam alanları büyük etkendir. Verem hastalığı özellikle yoksul ülkelerde çok büyük risk teşkil etmektedir.

LÜTFİ ŞAHİN

UZUNLUK ÖLÇÜLERİ ÖRNEKLERİ

SORU: Aşağıdaki dönüşümleri yapın.




CEVAPLARI:

UZUNLUK ÖLÇÜLERİ ÖRNEKLERİ

SORU: Aşağıdaki dönüştürmeleri yapın.





CEVAPLARI:

UZUNLUK ÖLÇÜLERİ ÖRNEKLERİ

SORU: Aşağıdaki dönüştürmeleri yapın.





CEVAPLARI:



UZUNLUK ÖLÇÜLERİ ÖRNEKLERİ

SORU:Aşağıdaki dönüştürmeleri yapın.



CEVAPLAR:



UZUNLUK ÖLÇÜLERİ ÖRNEKLERİ

SORU: Aşağıdaki dönüştürmeleri yapın.




CEVAPLAR:

UZAKTAN KUMANDA NASIL ÇALIŞIR?

     Yıllar öncesinde televizyonların sesini açmak istediğimizde ya da kanalı değiştirmek istediğinizde kalkıp televizyonun yanına kadar gidip düğmeleri ile oynamak zorunda kalırdınız. Peki bu gün? Elimizde bulunan kumandalar ile sesini açabiliyor ya da kanalı değiştirebiliyoruz. Peki bu kumandalar nasıl çalışır?
        İlköğretim yıllarınızda öğretmenleriniz muhtemelen insanların bütün sesleri duyamadığını, sadece  saniyede 20 ile 20 bin kez titreşim yapan sesleri duyabildiğini söylemiştir. Ben bu bilgiye bir şey daha ilave etmek istiyorum: nasıl ki kulaklarımız bütün sesleri duyamıyor, aynı zamanda gözlerimizde bütün ışıkları göremiyor.
        İşte, kumandaların çalışma prensibi bizim gözümüzle göremiyeceğimiz ışıkları televizyona göndermesine ve televizyonunda bunu almasına dayanır. Kumandalar ile sadece televizyonumuzu değil, başka aletleri de çalıştırmamız mümkün. Ancak aygıtlar yapılırken uygun kumandalar yapılır. Sizler evinizde bulunan televizyona ait kumanda ile cd çalarınızı çalıştıramazsınız, her aygıt için ayrı özelliklere sahip kumandalar üretilmiştir.
        Sadece gözümüzle göremediğimiz ışıklarla değil, aynı zamanda kulağımızla duyamadığımız sesler kullanılarakta kumandalar üretilmiştir. Kumandanın çıkardığı sesi duyan ve ona göre iş yapan televizyon ya da uygun aygıtları, elimizdeki kumanda ile çalıştırmamız mümkün olmaktadır.

LÜTFİ ŞAHİN

TELEVİZYON TÜPÜ BİTER Mİ?

Televizyonun tüpü bitmez. Zaten televizyon tüpü içerisinde bitecek bir şey yoktur. Televizyon tüpü bitti denildiği zaman, tüpün içerisinde elektronları salan katot ucunun zarar gördüğü anlaşılmaktadır. Bu katot ucunu düzeltmek içinde şoklama cihazından faydalanılır.
LÜTFİ ŞAHİN

TELEVİZYON NASIL ÇALIŞIR?

      Hemen hemen bütün çocukların kafasına takılmış bir sorudur; televizyon nasıl çalışıyor? Televizyonda yer alan çizgi filmler, filmler nasıl geliyor? Sadece çocukların değil, yetişkin bireylerde bu ve buna benzer soruları merak ederler.
        Elektrik ile ilgili teknik çalışmalara yer veren bilim insanları, elektrik ile çalışan bir çok alet yapmıştır. Elektrik ile çalışan bir alet olarak televizyonda yapılmıştır.
        Yıllar içerisinde elektrik üreten aletler yardımıyla dalga denilen şeyler üretilmeye başlanmıştır. Televizyon denilen araçlara uzaktan gönderilen dalgalar ile görüntülerin kilometrelerce uzaktan seyredilmesi mümkün olmuştur.
        Televizyonların anten denilen kısımlarından gelen dalgalar alınmakta ve televizyonun içerisinde bulunan elektronik cihazlar sayesinde bu dalgalar görülebilen ışığa ve sese dönüştürülmektedir.
        Televizyonlar, kendilerine gelen dalgaları görülebilen ışığa ve sese dönüştürebilmesi için elektrik gücüne ihtiyaç duyarlar, bunun içinde prize takılı kablolar aracılığıyla ya da üreteçler vasıtasıyla gerekli elektrik sağlanır.
        Artık televizyonlarımız için basit antenler yerine uydu antenleri kullanmaya başladık, bu ise dalgaların daha düzgün alınmasını sağlamaktadır.
        Televizyonda gördüğümüz tüm görüntüler ve sesler aslında çevremizde gözümüzle göremediğimiz elektriksel dalgalarda mevcuttur, televizyon denilen aygıt ise bu dalgaları bizim görebileceğimiz görüntülere ve sese dönüştürür.

LÜTFİ ŞAHİN

ROBOTLAR HER ŞEYİ YAPABİLİR Mİ?

    Jules Verne Ay'a yolculuk eserini yazdığı zaman muhtemelen o zaman dilimindeki insanlar bunu hayal olarak görmüşlerdir. Ancak teknolojik gelişmeler o kadar hızlı bir şekilde gelişim göstermiştir ki Ay'a yolculuk günümüzde yapılmış ve basit bir kavram olarak ele alınmaya başlanmıştır. Artık Ay'a yolculuk yerine diğer yıldızlara, diğer galaksilere nasıl gideriz?  gibi soru işaretleri oluşmaya başlamıştır.
        İnsanlık sadece uzay ile ilgili kavramlarda değil, daha bir çok kavramlarda ilerleme kaydetmiş ve bu bilim dallarında ilerlemeler kaydederken, bazı teknik kavramlarda da ilerlemeler kaydetmiştir. Bu kavramlardan birisi de "elektronik" denilen teknolojik bilgiler topluluğudur.
        Elektronik ile  radyo, televizyon, bilgisayar vb binlerce bilinen aletin üretimi yanında daha çok bilim adamlarının, doktorların ya da uzmanlık isteyen mesleklerin kullanım alanı bulduğu aletlerin üretimini de gerçekleştirebilmekteyiz.
        20. yy dan itibaren elektronik ile ilgili yapılan şeylerden birisi ise robot üretimidir. Günümüzde fabrikalarda kullanılan robotlardan, evlerde kullandığımız robotlara kadar binlerce tipte üretilen robotlar acaba her şeyi yapabilir mi?
        Robotlar içlerine yüklenen bilgilere bağlı kalırlar ve kendilerine ne yüklendiyse onu yababilirler. Bunu basit bir örnekle açıklayacak olursak; otomobil üretiminde kullanılan bir robota siz buzdolabı yaptırtamazsınız. Bunu yaptırtabilmeniz için hem içerisinde yer alan bilgisayara gerekli bilgileri yüklemeniz gerekli, hem de dışında yer alan mekanik kısmını düzenlemeniz gerekmektedir.

LÜTFİ ŞAHİN

BİLGİSAYAR HER ŞEYİ BİLİYOR MU?

   20 yy'ın ilk yarısında yapılan ve neredeyse koca bir bina büyüklüğünde olan ilk bilgisayardan günümüze kadar bilgisayarlar hem boyut olarak hem de özellikleri olarak çok büyük gelişmeler göstermiştir.
        Bilgisayarlar ile ilgili yazılar okuyan bir çocuğun sorabileceği bir soru şu olacaktır; bilgisayarlar her şeyi biliyor mu?
        Bir bilgisayar incelendiği zaman genel olarak iki kısımdan oluştuğu görülür. Birinci kısıma genel olarak bilgisayarın beyni, ikinci kısma ise bilgisayarın aksamı diyebiliriz.
        Bir bilgisayarın karşısında otururken onun her şeyi bilip bilmediğini merak eden bir çocuk, yetişkin bir birey olduğunda bilgisayarların beynine ne yüklenirse onu bilebileceğini çözecektir.
        Bir bilgisayara siz satranç ile ilgili bilgileri yüklemezseniz, bilgisayarınızla asla satranç oynayamazsınız. Bilgisayar kendisine verilmiş olan bilgileri bilebilir, bunun dışında olan bilgileri ise bilemez.
        Siz bilgisayarınıza salatanın nasıl yapılacağı ile ilgili bilgiyi verip, daha sonra dış kısmına uygun aksamı takarsanız bilgisayarınıza salata yaptırtabilirsiniz. Ama siz bilgisayarınıza salata ile ilgili bilgileri vermezseniz değil ona salata yaptırtmak, ondan salatanın tarifini bile alamazsınız.

LÜTFİ ŞAHİN

UZUNLUK ÖLÇÜLERİ ÖRNEKLERİ










SORU:Aşağıdaki uzunluk ölçülerini dönüştürün.






CEVAP 


MADDE NEDİR?

Uzayda hacmi ve kütlesi olan her şeye madde denir.
        Maddeleri sınıflandırırken 5 duyu organımızdan faydalanırız. Bazı maddelerin sınıflandırılmasında gözlerimizden, bazı maddelerin sınıflandırılmasında burnumuzdan, bazı maddelerin sınıflandırılmasında kulaklarımızdan, bazı maddelerin sınıflandırılmasında dilimizden, bazı maddelerin sınıflandırılmasında ise tenimizden faydalanırız.
LÜTFİ ŞAHİN

MADDENİN KAÇ HALİ VARDIR?

 Maddelerin ısı değişmesi sonucu fiziksel olarak değişikliğe uğraması haline hal değişikliği denir. Maddelerin 4 hali vardır. Bunlar: katı, sıvı, gaz ve plazma halidir.
LÜTFİ ŞAHİN

MADDENİN HALLERİ

      " Atomlardan oluşan ve atomlardan oluştuğu için tanecikli yapıya sahip olan nesnelere madde adı verilir."Bu tanım genel olarak bütün kimya bilginlerinin kabul edebileceği bir tanım olup bana ait bir tanımlamadır.Ne şekilde olursa olsun madde tanecikli yapıda olup atom denilen ve gözle görülemiyecek kadar küçük olan yapılardan meydana gelmiştir.Modern kimyanın tanımı ise basitçe şöyledir:"hacmi ve kütlesi olan nesnelere madde adı verilir."Asıl olarak bir nesnenin hacmi ve kütlesinin olma nedeni,o yapıyı oluşturan taneciklerden,yani atomlardan kaynaklanmaktadır.Gözle görülemeyen ve kuantum fiziğinin,atom fiziğinin oluşmasına neden olan atom adı verilen nesne asıl olarak hacmi ve kütlesi olan taneciklerdir.Bu tanecikler bir araya gelerek bugünkü madde tanımlamasının oluşmasına neden olmaktadır.Zaten atomun tanımlaması da basitçe şöyledir:"maddenin en küçük yapıtaşına atom adı verilmektedir."
        Bu atom denilen yapıtaşları üç ana parçacıktan oluşmaktadır,bunlar ise:proton,nötron ve elektron adı verilen parçacıklardır.Bu parçacıkların sayısı ise o atomun iç dinamiğini,yani kimyasal özelliklerini meydana getirmektedir.Bu özelliklerden bir kısmı ise maddenin fiziksel özelliklerini etkilemektedir,sonuçta ise belli sıcaklıkta katı,belli sıcaklıkta sıvı, belli sıcaklıkta gaz halinde bulunan bir madde yapısı ile karşılaşmaktayız.Asıl olan şudur,maddenin hangi sıcaklıklarda katı,hangi sıcaklıklarda sıvı ve hangi sıcaklıklarda gaz halinde bulunacağı,o maddenin atomik yapısı yani kimyası ile ilgilidir;ancak maddenin katı,sıvı ve gaz halinde bulunma şekli ise o maddenin fiziksel özelliğini ifade etmektedir.Ben bunu basit bir örnek ile ifade etmeye çalışacağım...Demir elementi dayanıklı bir elementtir ve bu elementin katı halden sıvı hale geçmesi için binlerce derecelik bir sıcaklığın olması gerekmektedir,ama yine bir metal tipi olan civa ise oda sıcaklığında sıvı hale geçmektedir.İşte bu hal değiştirme sıcaklıklarını belirleyen atomun genel yapısı yani kimyasal özellikleridr,ancak maddenin hal değiştirmiş hali o maddenin fiziksel yapısının değiştrilmiş halidir.Yani sıvı haline getirilmiş bir madde istenirse tekrar kolaylıkla katı hale getirilebilinir.Bu nedenle de maddenin hal değişimi fiziksel bir değişim olarak ifade edilmektedir.
        Konunun içerisine dalmışken basitçe bu hal değişikliklerinde maddenin özelliklerine basitçe değinmeden edinemeyeceğim...Katı madde,maddenin en kararlı hali olup kendine has bir şekli vardır.Sıvı olan maddelerin ise kararlı halleri daha azalmış olup atomlar arası uzaklık biraz daha açılmıştır,ayrıca sıvı maddeler konuldukları kabın şeklini almaktadırlar.Gaz halindeki maddeler ise,maddenin en kararsız hali olup atomlar arası iyice artmıştır.
        Peki, maddenin halleri sadece bunlar mı? Tabi ki hayır... Bir de ağır sanayide kullanılan ve benim maddenin yıldızlarda bulunan hali adını verdiğim bir hali mevcuttur. Evet , yanlış duymadınız; maddenin yıldızlarda bulunan bir hali vardır ki; maddenin bu haline plazma hali adı verilmektedir.
        Maddenin plazma hali olarak adlandırılan ve sanayide kullanılan şekline yarı plazma hal, yıldızlarda bulunan haline ise tam plazma hal adı verilen bir hal durumu da mevcuttur. Bu hal yüksek sıcaklıkta ya da yüksek basınçta ortaya çıkan bir hal durumudur. Genellikle on bin derecenin üzerindeki sıcaklıklarda gazlar yörüngelerinde bulunan elektronları kaybederek iyon haline gelirler. Ben burada gazlar gelir diyorum, ancak genel olarak on bin dereceyi bulan sıcaklıklarda gaz haline dönmeyen madde de kalmayacaktır.
        Maddenin plazma hali denilen hal durumu genel ifadeler çerçevesi içerisinde iki gruba ayrılmaktadır. Bunlardan birisi daha az sıcaklık ya da basınç altında oluşan ve adına kısmi iyonlaşmış plazmalar denilen şekli, ikinci olarakta daha yüksek sıcaklıkta ya da basınçta oluşan ve özellikle de yıldızlarda görülen plazma hali vardır ki, buna da tam iyonlaşmış plazma hali adı verilmektedir.

LÜTFİ ŞAHİN

ŞİMŞEK ÇAKTIĞINDA NEDEN ÖNCE IŞIK GÖRÜNÜR?

Şimşek çaktığı zaman önce parlama gerçekleşir, daha sonra gök gürlemesi olur. Bunun nedeni ışık hızının ses hızından daha hızlı olmasıdır. Işığın saniyedeki hızı 300 bin km, sesin saniyedeki hızı 340 m'dir. Yani aralarında korkunç bir hız farkı vardır. Bu nedenden dolayı şimşek çaktığında ilk önce ışık çakar, sonra gök gürlemesi olur.
LÜTFİ ŞAHİN

IŞIK KİRLİLİĞİ

Çevremizi ve evlerimizi aydınlatırken fazla ışıklı cihazlar kullanılması ışık kirliliğine yol açar. Işık kirliliğini kısaca tanımlayacak olursak; "Yanlış yerde, miktarda, yönde ve yanlış zamanda ışık kullanılması" olarak tanımlanır. Işık kirliliğinin zararlarını maddeler halinde sıralayacak olursak şu şekilde sıralayabiliriz:
        1-Evimizin dışında yaptığımız aşırı aydınlatma, başka ailelerin bu durumdan rahatsız olmasına sebep olabilir.
        2-Işık kirliliği, gökyüzünde geçici (parlaklığı az) parlaklığa sebep olur; bu da gök cisimlerini gözlemlemeyi zorlaştırır. Aşırı ışık kirliliğinden dolayı şehir merkezlerine yakın olan yerlerden gökyüzünü net olarak izlemek zorlaşmıştır.
        3-Işık kirliliği, doğal hayatı da olumsuz etkiler. Şehirlerden gökyüzüne doğru yayılan ışık (park ve bahçelerin aydınlatılması, reklam panoları, yol ve caddelerin aydınlatılması gibi), göç eden kuşların yönlerini şaşırmasına yol açar ve gitmeleri gereken yere uçuşlarını engeller. Sahillerde yapılan ışıklandırmadan deniz kaplumbağaları ve mercanlar olumsuz etkilenir. Deniz kaplumbağaları (Caretta carettaların) yavruları denizin aksi yönünde hareket eder ve ölürler.
        4-Işık kirliliği, gereksiz aydınlatma sonucu olduğu için enerji israfına sebep olur ve ekonomiye zarar verir.
LÜTFİ ŞAHİN

ÇEVREMİZDEKİ IŞIK KAYNAKLARI NELERDİR?

Çevremizde değişik türde ışık kaynakları vardır. Bunların bir kısmı kendiliklerinden ışık üretir, bir kısmı ise insan eliyle yapılmıştır. Çevremizdeki ışık kaynakları ikiye ayrılır. Bunlar:
        1-Doğal ışık kaynakları:Bazı ışık kaynakları ışıklarını kendileri üretirler. Bunlara doğal ışık kaynakları denir. Örneğin; Güneş, yıldızlar ve ateş böcekleri doğal ışık kaynaklarındandır.
        2-Yapay ışık kaynakları:Bazı ışık kaynaklarını insanlar üretmiştir. Bunlara yapay ışık kaynakları denir. Örneğin; kibrit alevi, el feneri, ampul, meşale, mumlar, spot ışıkları gibi.
LÜTFİ ŞAHİN

AMPULLER NASIL IŞIK VERİR?

Ampullerin içerisinde tungstem tel vardır. Bu telden elektrik akımı geçerken elektronlara karşı tungstem teli direnç gösterir ve bu nedenden dolayı dışarıya ışık verir. Bu ışığın yanı sıra sıcaklıkta belirli bir oranda artar. Yanan bir ampulün ışık vermesi, bir miktarda sıcaklığının fazla olmasının nedeni budur.
LÜTFİ ŞAHİN

GÖKYÜZÜ NEDEN MAVİDİR?

      Çevremize baktığımız zaman bütün her şeyin bir renginin olduğunu görürüz. Eğer ki renkler olmasaydı her şey birbirine karışmış bir şekilde görülecekti ki bu da bize nesneleri ayırt etmemizde zorluk yaşamamıza neden olacaktı.
        Her şeyin kendine has bir rengi var. Hepinizin dikkatini çektiğini düşündüğüm bir husus ise bu renkleri ışıklı ortamda görebildiğimiz hususu. Evet, renkleri görebilmemiz için bir ışık kaynağına ihtiyaç vardır. Bu ışık kaynağı bir lamba olabileceği gibi doğal bir ışık kaynağı olan Güneş'te olabilir.
        Akşam saatlerinde, ışığın olmadığı bir ortamda her şeyi siyah görürüz. Bu gördüğümüz siyahlığa gökyüzü de dahildir. Evet, gece vakti gökyüzü siyahtır, peki ya gündüz saatlerinde rengi nedir? Masmavi...
        Ne oldu da geceleri siyah görünen gökyüzü gündüz saatlerinde mavi göründü. Hava da bir çok atomun bulunduğu bilinmektedir. Bu gaz halinde bulunan atomların ve moleküllerin içerisinde azot, oksijen, hidrojen, karbondioksit gibi maddeler yer aldığı gibi su molekülleri, toz zerreleri gibi maddeler de yer almaktadır.
        Nasıl ki bütün nesneler reklerini ifade etmek için ışığa ihtiyaç duyuyor, gökyüzü de rengini belli etmek için ışığa ihtiyaç duymaktadır. Bu ışığı ise gündüz saatlerinde Güneş'ten almaktadır.
        Güneş'ten gelen ışıklar tüm Dünya'mızı aydınlatmakta ve gökyüzününde rengini göstermektedir. Güneşten gelen bu ışıklar gökyüzünde bulunan atomlara çarpmakta ve bu atomlar arasından geçerken oluşan zorluktan dolayı da gökyüzü mavi renkte görünmektedir. Bunu anlamak için elektrikli sobalara bakmamız yetecektir. Elektrikli sobalarda fişi prize taktığımız zaman kablolardan elektrik geçmekte ve sobanın tellerinden elektrik geçerken zorluk yaşadığı için kızarmakta ve kırmızı bir renk görünmektedir. Aynı şekilde, Güneş'ten gelen ışıklar, havada bulunan atomların arasından geçerken zorlanmakta ve bu da gökyüzünün mavi renkte görünmesine neden olmaktadır.

LÜTFİ ŞAHİN

GÖKYÜZÜ GERÇEKTEN SİYAH MIDIR?

Özellikle açık havalarda, gökyüzünün sonsuz maviliği doyulamayacak kadar güzel bir görüntüdür. Bu güzel maviliği sağlayan atmosferimizdir. Çünkü aslında siyah olan göğü böyle masmavi görmemize sebep, dünya atmosferinin güneşin çıkardığı ışınları, özellikle mavi ışınımları soğuyup, tekrar yaymasıdır. Bu sayede esas rengi mavimsi yeşil olan güneşi de sarı görürüz..
LÜTFİ ŞAHİN

GEMİLER BATMADAN NASIL GİDERLER?

        İnsanoğlu da diğer varlıklar gibi canlılık özelliği taşırlar. Kuşlar kanatlarıyla uçabilirler, aslanlar güçlü pençelere sahiptirler ve hızlı koşabilirler, balıklar suyun derinliklerinde rahat bir şekilde yüzebilirler... buna benzer şeyleri uzatabiliriz. Bu kadar özelliğe sahip canlılar içerisinde insan çok çaresiz görünmektedir. Ancak bütün bu canlılardan daha üstün olan bir şeye sahiptir, o da "aklıdır."
        İnsanoğlu aklı sayesinde çıtalarda daha hızlı giden taşıtlar yapmış, kuşlar gibi uçmayı sağlayan uçaklar yapmış, bunların yanında daha bir çok çalışmaları gerçekleştirmiştir.
        İnsanlar suyun üzerinde giden taşıtları da aklı sayesinde yapmış ve kilometrelerce ötede bulunan yerlere bu taşıtlar ile ulaşmışlardır. Peki bu taşıtlar suyun üstünde nasıl dururlar?
        Tahmin ediyorum ki hepiniz kağıttan gemi yapmasını biliyorsunuzdur. Gemiyi yaptıktan sonra bu gemiyi su dolu bir kapta yüzdürdüğünüzde belli bir süre yüzdüğünü, daha sonra ise battığını görürsünüz. Peki ne oldu da ilk etapta yüzen gemi, daha sonra battı?
        Kağıttan yaptığınız geminin suyun üzerinde birim yüzeye uyguladığı kütle miktarı, suyun birim hacmindeki kütle miktarından daha az olduğu müddetçe gemi yüzecektir. Ancak yaptığınız gemi belli bir süre içerisinde iyice ıslanacak ve birim hacmindeki kütle miktarı, suyun birim hacmindeki kütle miktarından fazla olacak ve bunun sonucu olarakta gemi batacaktır.
        Aynı prensip ile denizlerde ve okyanuslarda giden gemiler yapılmıştır. Geminin tabanı geniş tutulmuş ve bu şekilde birim hacimdeki kütle miktarı, suyun birim hacmindeki kütle miktarından daha az olmuştur. Bu şekilde tasarlanan gemilerde rahat bir şekilde yüzdürülmüştür.

LÜTFİ ŞAHİN

KUŞLAR NEDEN UÇUYORDA BİZ UÇAMIYORUZ?

    Cıvıl cıvıl uçan kuşları seyreden bazı çocuklar kuşlar gibi uçmak ister ve kendi kendilerine sorarlar: kuşlar nasıl uçuyor? Biz neden uçamıyoruz?
        Kuşların sahip oldukları kanatlar oldukça güçlü kaslardan oluşmuştur. Kuşlar kanatları ile vücut ağırlıklarının üzerinde bir çırpma işlemini gerçekleştirirler.
        Kuşların kanatları vücutlarına oranla daha büyüktür, buda onların kanat çırpışları sırasında yeterince hava sirkülasyonu oluşturmasını sağlar.
        Kuşların kanatlarında bulunan kemik yapısında hava torbacıkları vardır, bu da kanatların hafif, ama kuvvetli olmasını sağlamaktadır.
        İnsanların kollarında bulunan kaslar yeterince kuvvetli değildir. Aynı şekilde kolları da yeterince uzun değildir. İnsanların kollarında hava kesecikleri de yoktur. Bu nedenlerden dolayı kuşlar uçabilmekte, insanlar ise uçamamaktadır.
        Ama akıllı olan insanoğlu yaptığı uçaklarla uçmayı başarmıştır. Aynı zamanda sinek denilen araçlar ile kuşlar gibi uçmayı başarmıştır.

LÜTFİ ŞAHİN

KUŞLAR GRİP OLUR MU?

     Kış aylarında sıkça yaşadığımız hastalıklardan birisi griptir. Grip olmayanımız yok gibidir. Grip olduğumuz zamanlarda bazen sorarız, diğer canlılarda grip olur mu?
        İnsanlar için son derece ölümcül olan ve son yıllarında adından bahsettiren "kuş gribi" aslında kuşların geçirdiği bir tür griptir. Göçmen kuşlar bu hastalığa yakalandıkları zaman onlara fazla zarar vermiyor, ancak onların dışkısı ile diğer canlılara bulaşıyor.
        Göçmen kuşların artıklarını yiyen evcil kuşlara bu hastalık bulaşacak olursa son derece ölümcül olabiliyor. Göçmen kuşlar için ölümcül olmayan bu hastalık, evcil kuşların ölmesine neden olabiliyor.
        Özellikle tavuklar ile uğraşanlar son günlerde bu hastalıktan tavuklarının öldüğünü ifade etmişlerdir. Aynı zamanda bu grip tavuklardan insanlara geçebilmekte ve insanlar içinde öldürücü olmaktadır.

LÜTFİ ŞAHİN

KSİLEM NEDİR?

Ksilem odunsu bitkilerde bulunur ve iletimi sağlar.  Odun boruları olarak da bilinir, bitkilerde inorganik maddelerin (su, mineraller vb.) taşınmasını sağlayan yapı (borular). Cansız hücrelerden oluşurlar. Bölünür doku hücreleri üst üste gelerek zamanla çekirdek ve sitoplazmalarını kaybeder. Hücreler arasındaki enine zarlar eriyerek kaybolur. Böylece, ince bir boru şeklindeki odun boruları oluşur. Ksilem demetler halinde bulunur. Ksilemde taşınma, aşağıdan yukarıya doğru tek yönlüdür. Mikroskopta en iyi açık tohumlularda bulunan yapılar görülür ki açık tohumlularda görülen ksilem sadece trakeidlerden oluşur.

 Yapısı
Ksilem su iletimine uyarlanmış ince, uzun ve içi boş hücreleri kapsar, ve dört farklı hücre tipinden meydana gelen birleşik bir dokudur. Bu hücreler: trake, trakeid, ksilem parankiması, ksilem sklerankiması.

Trake: Uzunluğuna çeperlerinde lignin bulunan ve enine çeperleri kaybolmuş ölü hücrelerin üst üste gelmesinden oluşan silindir veya tüpler şeklindedir. Topraktan alınan suyu organlara hareketini sağlar.

 Trakeid: Trakeler gibi su iletimini sağlarlar. Çapları genellikle daha dar olup enine çeperleri mevcuttur. Hücre uçları sivri prizma veya silindir şeklinde bağımsız ölü hücrelerdir. Yan çeperleri trakelerdeki gibi odunlaşmıştır. Geçitleri trakelere oranla büyük ve kenarlıdır. Trakeidlerin bir kısmı destek dokusunun işinide görür. Gymnosperm'lerde (Açıktohumlular) yalnız trakeidler mevcuttur.

 Ksilem parankiması: Canlı hücrelerde meydana gelmiştir. Çeperleri selüloz ve lignindir. Görevleri, iletim dokusu içinde besin maddesi depo etmek ve kısa mesafelere iletim yapmaktır.

 Ksilem sklerankiması: Çeperleri tamamen odunlaşmış uzun hücrelerdir. İletim dokusunda destek işini görürler.
(LÜTFİ ŞAHİN)

KARBONHİDRATLAR

Bizim enerji ihtiyacımızın büyük bölümünü karbonhidrat adını verdiğimiz ve C,H VE O atomlarından meydana gelen bileşikler sağlamaktadır.
        Karbonhidratlar sınıflandırılırken sahip oldukları karbon sayılarına göre adlandırılırlar.
        Yapısında 3 karbon bulunduran karbonhidratlar trioz olarak adlandırılırlar.
         4 karbon bulunduranlar tetrozdur.
        5 karbon bulunduranlar pentozdur. Pentozlar yapıya katılırlar. RNA’nın yapısına katılan 5 karbonlu şeker riboz; DNA’nın yapısına katılan 5 karbonlu şeker ise deoksiribozdur.
        6 karbon taşıyanlar heksozdur. En önemlileri glukoz, galaktoz ve früktozdur.
        Diğer karbon sayıları da önemlidir, ancak bilinmesi gereken monomerler bunlardır. Bu yazmış olduklarım monosakkarittir. Tek şekerliler.
        Monosakkaritlerin bir araya gelmesi sonucu iki şekerliler, yani disakkaritler meydana gelir. En önemli disakkaritler sukroz(sakkaroz= çay şekeri= glukoz + fruktoz), maltoz (malt şekeri=glukoz+ glukoz) ve laktoz (süt şekeri= glukoz+ galaktoz) şeklinde adlandırılabilirler. Bu disakkaritlerin sindirilip vücut içerisine alınması gerekir.
        Çok sayıda glukozun alfa veya beta bağları yapması ile polisakkaritler meydana gelir. En önemlileri glukojen (hayvan depo  polisakkariti= alfa bağlar olduğu için insan sindirebilir), nişasta (bitki depo polisakkariti= alfa bağlar olduğu için insan sindirebilir), selüloz (bitki yapı polisakkariti= beta bağlar içerdiği için insan sindiremez, geviş getiren hayvanların sindirim kanalında bulunan bakterilerden dolayı sindirebilirler) ve kitin (mantarların yapısında bulunur ve yapısına azot girerek böceklerin yapısında da yer alır.)  dir.
LÜTFİ ŞAHİN

İNSANLAR NEDEN TOPLU YAŞAR?

     Tarih içerisinde insanlar hep toplu yaşamışlardır. İnsanların toplu yaşamalarında en önemli etken ise sosyal varlıklar olmalarıdır.
        İlkel çağlarda yaşamış olan insanlar daha çok vahşi hayvanlardan korunmak için toplu bir şekilde yaşamışlardır. Daha çok mağaralarda bulunan insanlar, toplu bir şekilde yaşamalarına bağlı olarak vahşi hayvanlardan daha iyi korunmayı başarmışlardır.
        İleri ki yıllarda, özellikle de paranın bulunuşu ile beraber, toplu yaşam şekli daha rahat yaşam koşullarının oluşturulması için gerekli olmuştur. Elbise isteyen kişi terziye gitmiş, traş olmak isteyen kimse berbere gitmiş; ama topluluk içerisindeki herkesin bir görevi olmuştur.
        Günümüzde de insanlar topluluklar halinde yaşamakta ve her insan kendi mesleğini yerine getirmektedir. Öğretmenler kendi mesleklerini, esnaflar kendi mesleklerini, berberler kendi mesleklerini... bu şekilde bütün insanlar toplum içerisinde görev almakta ve bu da daha rahat yaşam tarzının oluşturulması için gereklidir.
        Eğer ki insanlar toplu halde yaşamamış olsaydı, insanlar bütün işlerini kendileri yapmak zorunda kalacaklardı, bu ise hayatın zorlaşması anlamına gelirdi. Düşünsenize bir insanın hem yiyeceği ekmek için buğday ektiğini... bu kişi aynı zamanda giyeceği elbiseyi dikecek, hem hayvancılık yapacak vb bir çok işi kendisi yapmak zorunda kalacaktı. Topluluk halinde yaşayan insanlar rahat bir şekilde yaşamanın gereğini yerine getirmiş olmaktadırlar.

LÜTFİ ŞAHİN

FLOEM NEDİR?

Floem, canlı hücrelerden oluşmuş iletim demetleridir. Soymuk boruları olarak da bilinir, fotosentez sonucu üretilen organik maddeleri yeni sürgün oluşumunda kullanmak üzere veya depo organlarında biriktirmek üzere ileten borucuklar. Tek sıra halinde üst üste dizilmiş canlı hücrelerden oluşur. Floem oluşurken hücrelerin ara çeperleri tamamen erimediğinden, yer yer delikler oluşur. Floemde fotosentez ürünleri bitkinin diğer organlarına taşınır. Bazı bitkilerin köklerinde sentezlenen amino asitler de yaprak ve diğer organlara taşınır. Floemde madde taşınması çift yönlüdür. Yani hem kökten yapraklara doğru hem de yapraklardan köke dorğu iletim vardır. Hücreler canlı olduğundan, taşıma hızı ksilemdeki taşınmadan daha yavaştır.

Yapısı
Floem parankiması: Uzun ince selüloz çeperleri canlı hücrelerdir. Besin maddesi depo ederler. Nişastaca zengindirler.

 Floem sklerankiması: Tipik sklerankima lifleri olup floem'e destek işini görürler. Odunlaşmış uzun hücrelerdir.

Kalburlu borular: Çapları çok az çeperleri genellikle selülozlardan yapılmış enine çeperleri ince deliklerle kalbur şeklini almış ve hatta yan çeperlerindeki kalburlu levhalar meydana gelmiş olan uzun, canlı hücrelerdir.Protoplazmalarında bazen lökoplast ve nişasta bulunur.İletim kalburlu borularca yapılır.

 Arkadaş hücreleri: Her bir kalburlu borunun yanında aynı ana hücrelerden ayrılmış olan, enine kesitte borunun yanında yuvarlak ve köşeli olarak görünen ve kalburlu boruya oranla daha dar, plazması daha zengin ve nükleusu daha büyük olan hücrelerdir. Sonbaharda, kalburlu boruların delikleri üzerine Kalloz maddesi birikir, ve faaliyetleri sona erer. Ertesi yıl, genellikle bu borular faaliyete geçmiyerek civardaki dokular tarafından ezilirler ve yerlerine yenileri meydana gelir. Yeniden faaliyete geçmesi ise Kalloz maddesinin erimesiyle olur.iletim borularının düzgün olmasını sağlayan kanbiyum tabakasıdır. iletim demetleri düzgünse açık demet değilse kapalı demet olarak adlandırılır.
(LÜTFİ ŞAHİN)

ÇİÇEKLİ BİTKİLERDE ÜREME NASIL OLUR?

1. Çiçeğin Yapısı
Çiçekli bitkide, eşeyli üremeyi sağlayacak organların meydana geldiği yer çiçektir. Bazı bitkilerde çiçekte hem erkek organ hem de dişi organ beraber bulunurken, bazı bitkilerde ayrı ayrı çiçeklerde bulunur.

 2. Embriyo Kesesi ve Yumurtanın Oluşumu
 Dişi organın yumurtalığında (ovaryum) bir veya bir kaç tane tohum taslağı bulunur.
 Her tohum taslağı içerisinde 2n kromozomlu megaspor (makrospor) ana hücresi vardır. Bu hücre mayoz ve mitoz bölünmeler geçirerek, yumurtanın da içinde bulunduğu 8 çekirdekli embriyo kesesini oluşturur.


3. Çiçek Tozu (Polen) Oluşumu
 Erkek organın anter (başcık) kısmındaki polen keseleri içerisinde 2n kromozomlu polen ana hücreleri (mikrospor ana hücresi) bulunur. Polen ana hücresi mayoz bölünmeye uğrayarak 4 tane n kromozomlu mikrospor hücresini oluşturur. Her mikrospor bir defa mitoz geçirerek iki çekirdekli hale gelir. Oluşan bu yapılara polen denir. Polendeki çekirdeklerden biri mitoz geçirerek iki adet sperm oluşur. Diğer çekirdek ise, tozlaşma sonrasında polen tüpünü oluşturur.

 4. Tozlaşma ve Döllenme
 Çiçek tozlarının (polenlerin), hazırlandığı yer olan erkek organ başcığından dişi organ tepeciğine; yağmur, rüzgâr, böcekler, diğer bazı hayvanlar ve su aracılığıyla taşınmasına tozlaşma denir. Bu tozlaşma bazende insanlar tarafından suni olarak gerçekleştirilir.

 5. Döllenme Sonucu oluşan Yapılar
 Polen tüpüyle taşınan sperm çekirdeklerinden birisi yumurta hücresiyle döllenerek zigot’u oluşturur. Zigot mitoz bölünmelerle gelişerek embriyoyu (2n) meydana getirir.
 Polen tüpüyle taşınan diğer sperm hücresi embriyo kesesinin ortasındaki diploid polar hücre (başlangıçta iki haploid polar çekirdek halindeyken sonradan birleşmişlerdir) ile döllenerek triploid hücreyi (3n) meydana getirirler. Triploid hücre mitozla gelişerek endospermi (besin dokusunu) oluşturur.

 6. Tohum ve Meyve Oluşumu
 Döllenmelerden sonra embriyo kesesinin dış kısmındaki tohum taslağı örtüsü gelişerek tohum kabuğu ve zarını (testa) oluşturur.
 Meyve, tohum gelişimini tamamlamış yumurtalıktan ve dişi organın çeperinden meydana gelir. Meyveler, tohumlarıyla beraber yenilerek veya çeşitli yollarla taşınarak, tohumların geniş alanlara dağıtılmasını sağlar. Her meyvede yumurtalıktaki tohum taslağı sayısı kadar tohum bulunur.

 C. ÇİMLENME ve GELİŞME
 Gelişme döllenmeden hemen sonra ana bitkiye bağlıyken başlar. Zigotun bölünmeleriyle ilk yapraklar, çenekler, embriyonik kök ve embriyonik gövde meydana gelir.

Embriyo çimleninceye kadar tohumun içinde bu şekilde kalır. Beslenmesi ise tohum içinde endosperm tarafından olur. Ayrıca yüksek yapılı bitki embriyolarında çenekler vardır.

  Genç bitkinin fotosentezle kendine yeterli besin üretmesine kadar bitki taslağını besler. Tohum uygun koşullarda çimlenir. Bunlar uygun bir nemlilik (su), sıcaklık ve oksijendir.

 Böyle uygun bir ortamda, tohum ilk olarak su emerek şişer. Bu sayede enzimler daha aktif hale geçer. Nişasta gibi depo besinler yıkılır. Hücresel solunum ve peşinden mitoz bölünme hızlanır.

 Bölünmelerin hızlanmasıyla ilk kök oluşur. Sonra sırasıyla ilk yapraklar ve gövde gelişmeye başlar. Ortam ışıklıysa klorofil sentezi yapılır ve fotosentez başlar. Belirli bir süre gelişen bitkide, en son olarak çiçek oluşumu sağlanır.

 Bitkide gelişme ve büyüme hayat boyu devam eder. Dökülen yaprakların yerine yenileri oluşur. Meristem dokular hayat boyu korunduğu için, gövde ve dalların uzaması sınırsızdır. (Ama tabi minimum yasasını da hatırlamak lazım)
(LÜTFİ ŞAHİN)

CANLILARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Canlıların ortak özelliklerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
-Duyarlılık
-Organizasyon
-Yapısal benzerlik
-Solunum
-Hareket
-Üreme
-Büyüme ve gelişme
-Boşaltım
-Dolaşım ve sindirim
-Beslenme

Bütün canlılar çevreden gelen değişik etkilere karşı uyarılıp tepki oluşturmaktadır. Bunu uyarılma olarak ele alabiliriz. Bütün canlıların vücut kısımları ve hücreleri arasında bir düzen ve koordinasyon vardır, bu ise organizasyonu oluşturur. Bütün canlılar hücrelerden oluşurlar, bu ise yapısal benzerlik olarak ele alınabilir. Hayvanlar aktif olarak hareket ederken bitkiler pasif hareket yaparlar. Bütün canlılar oksijenli veya oksijensiz olmak üzere solunum yapar, solunum yapmadan canlılığın davamı mümkün değildir. Bütün canlılar nesillerini devam ettirmek için üreme olayını gerçekleştirirler. Canlıların tamamı belli bir büyüklüğe ulaşana kadar büyüyüp gelişirler. Belli bir zamandan sonra ise ölürler. Tüm canlılar kendileri için atık olan maddeleri boşaltım yaparak vücutlarından uzaklaştırırlar. Tüm canlılar basitte olsa dolaşıma ve sindirime sahiptir, sahip olamayanlar dolaylı yollardan bu olayı gerçekleştirirler. Tüm canlılar yaşamını sürdürmek için beslenmek zorundadır.
(LÜTFİ ŞAHİN)

BİYOLOJİNİN ALT DALLARI NELERDİR?

Bir çok bilim dalında olduğu gibi biyoloji bilimi de bir çok alt daldan meydana gelmiştir. Biyoloji canlı bilimi anlamını taşıyıp ana alt dallarını 2 ‘ye ayırabiliriz. Bunlar:
        1-Zooloji; Hayvanlarla ilgili araştırmaları ve çalışmaları yapar. Hayvanları moleküler düzeyden ele alıp hücre yapısını, sistemlerini, dokularını ve organizmanın kendisiyle uğraşır.
        2-Botanik; Bitkilerle ilgili araştırmaları ve çalışmaları yapar. Bitkileri en küçük moleküllerinden en büyük yapılarına kadar araştırır.
        Bu ana alt dallar kendi içerisinde de alt dallara ayrılır. Bu alt dalları şu şekilde sıralayabiliriz:
        A-Sistematik; Canlıların sınıflandırılmasını sağlar.
        B-Sitoloji; Hücre bilimi demektir. Canlılarda yer alan hücre yapılarını araştırır.
        C-Histoloji; Doku bilimi demektir. Dokuları ve yapılarını inceler.
        D-Mikrobiyoloji; Mikroorganizmaları ele alır.
        E-Parazitoloji; Parazitleri inceler.
        F-Biyokimya; Canlılarda yer alan moleküllerin kimyasını ele alır.
        G-Evolüsyon; Canlıların zaman içerisinde geçirdikleri evrimi inceler.
        H-Genetik; Canlıların gen yapıları ile kalıtımı inceler.
         I-Embriyoloji; Zigottan itibaren bebeğin doğuma kadar geçirdiği süreci inceler.
        Daha bu şekilde bir çok alt dalı yazabiliriz.
        LÜTFİ ŞAHİN

BİYOLOJİ KAÇ BÖLÜME AYRILMIŞTIR?

Biyoloji biliminin alt dalları şöyle sıralanabilir:
-Morfoloji (Şekil bilimi)
-Anatomi (Yapı Bilimi)
-Fizyoloji (Fonksiyon bilimi)
-Histoloji (Doku bilimi)
-Embriyoloji (Yavru bilimi)
-Sitoloji (Hücre bilimi)
-Genetik (Kalıtım bilimi)
-Moleküler Biyoloji (Molekül bilimi)
-Ekoloji (Çevre bilimi)
-Taksonomi (Sınıflandırma bilimi)

Biyoloji bu bölümleri ile aşağıdaki canlı grupların incelemesini yapar:
-Entomoloji (Böcekleri)
-İhtiyoloji (Balıkları)
-Ornitoloji (Kuşları)
-Bakteriyoloji (Bakterileri)
-Mikrobiyoloji (Mikroskobik canlıları)
-Viroloji (Virüsleri)
-Parazitoloji (Parazit yaşayanları)
-Mikoloji (Mantarları)

Buradan biyolojiyi iki ana dala ayırabiliriz:
-Botanik (Bitkileri inceler)
-Zooloji (Hayvanları inceler)
(LÜTFİ ŞAHİN)

CANLILAR İLE CANSIZLAR ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?

Çevremize baktığımız zaman bir çok varlığın bulunduğunu görürüz. Toprak, vazo, koyun, köpek, dolap, masa vb bir çok varlığı görebiliriz. Bu varlıklardan bir kısmı cansızdır, bir kısmı ise canlıdır. Canlı bir varlığı cansızlardan arayan 7 özellik vardır. Bu özellikleri taşıyan varlıklara canlı varlıklar deriz, taşıyamayanlar cansız varlıklardır. Bu özellikler şunlardır:
        1-Beslenme
        2-Boşaltım
        3-Büyüme
        4-Hareket etme
        5-Uyartıları alma ve uyartılara tepki verme
        6-Üreme
        7-Solunum yapma
        1-Beslenme: Bütün canlılar yaşayabilmek için beslenmek zorundadırlar. Bitkiler kendi besinlerini  kendileri üretirler. İnsanlar ve hayvanlar besinlerini bitkilerden ve diğer hayvanlardan sağlarlar.
        2-Boşaltım: Bütün canlılar vücutlarında biriken atık maddeleri dışarıya atmak zorundadırlar. İnsanlar ve hayvanlar bunu böbrek ve benzeri organlarla yaparlar. Bitkilerin boşaltım organları yapraklarıdır. Yaprakları vasıtasıyla bitkiler fazla olan suyu terleyerek dışarı atarlar. Ayrıca yapraklarında biriken artık maddeler sonbaharda yapraklarını dökmeleriyle beraber dışarı atılmış olur.
        3-Büyüme: Bütün canlılar yaşamlarında büyürler. Hayvanlar ve insanların büyümeleri yaşamlarının bir bölümünde olurken bitkilerin büyümeleri yaşamları boyunca sürer.
        4-Hareket Etme: Bütün canlılar hareket eder. Hayvanların hareketleri belirgindir. Bitkilerde hareket ederler, ancak bitkilerin hareketini gözlemlemek için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Örneğin bazı bitkilerin  çiçeklerini gündüz açıp akşam kapatmaları, ay çiçeklerinin Güneş'e doğru yönelmeleri, sarmaşıkların bir yüzeye tutunmaları gibi.
        5-Uyartıları Alabilme ve Uyartılara  Tepki Verme: Canlıların çevrelerinde meydana gelen değişikliklere uyartı denir. Canlılar uyartıları alıp tepki verirler. Örneğin: farelerin kedileri görünce kaçmaya başlamaları gibi.
        6-Üreme: Büyüyüp belli bir olgunluğa ulaşan bütün canlılar nesillerini devam ettirmek için ürerler ve kendilerine benzer canlılar meydana getirirler.
        7-Solunum Yapma: Canlılar besinlerden enerji elde etmek için solunum yapmak zorundadırlar. Dışarıdan oksijen alırlar ve dışarıya karbondioksit verirler. İnsanlar ve hayvanlar solunumu akciğerlerle yada benzeri organlarla yaparlar. Bitkiler ise solunum işini yapraklarıyla yaparlar.
LÜTFİ ŞAHİN

11 Temmuz 2018 Çarşamba

BİTKİ VE HAYVAN HÜCRELERİ ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?

    Genel ifadeler içerisinde ele alındığında hücre tipini iki ana sınıfa ayırmamız mümkündür. Bunlar;
        1-Prokaryot Hücre; Çekirdek zarı bulunmayan hücrelerdir.
       2-Ökaryot Hücre; Gerçek bir çekirdek zarına sahip hücrelerdir. Teferruatlı bir şekilde düşünecek olursak ökaryot hücreleri onlarca alt sınıfta düşünebiliriz. Ancak hepsini genellediğimiz zaman iki alt grup çıkar. Bunlar;
        A-Bitki Hücresi
        B-Hayvan Hücresi
        Bir bitki hücresinin hücre duvarı vardır. Bu nedenden dolayı belli bir şekle sahiptir. Hayvan hücrelerinde ise hücre duvarı yoktur; bu nedenden dolayı belli bir şekli yoktur.
        Hem bitki hücrelerinde hem de hayvan hücrelerinde koful adı verilen organel bulunur, ancak kofullar bitki hücrelerinde az sayıda ve büyük, hayvan hücrelerinde ise çok sayıda ve küçüktür.
        Bitki hücrelerinde lizozom bulunmaz, hayvan hücrelerinde ise lizozom vardır.
        Bitki hücrelerinde plastidler varken hayvan hücrelerinde plastid bulunmaz. Bitki hücreleri yapılarında bir plastid tipi olan kloroplast bulundurdukları için fotosentez yapabilirler, hayvan hücreleri ise yapamaz.
        Bitki hücrelerinde sentrozom bulunmaz, hayvan hücrelerinde ise sentrozom organeli vardır. Bitki hücreleri bölünme sırasında sentrozomun yerine protein çubukları kullanırlar.
        Bitki hücrelerinde bölünme sırasında sitoplazma bölünmesi ara lamel ile hayvan hücrelerinde boğumlanma ile gerçekleşir.
LÜTFİ ŞAHİN

UZAYDA BAŞKA CANLILAR VAR MI?

      Çocuk yaştakiler genellikle uzay ile ilgili çizgi filmlere bayılırlar ve aralarında oynarlarken uzaya çıkacak araçlar yaptıklarını hayal ederler. Ama bu çocuklara birisi şunları derse; "Dünya'da aslında uzayda bulunuyor" , çocuklar muhtemelen şaşıracaklardır.
        Evet, Dünya'yı da içerisinde barındıran ve Dünya gibi bir çok gezegeni içerisinde barındıran bir yerdir uzay. Güneş'te bu uzayın içerisindedir, Güneş gibi bir çok yıldızda bu uzaydadır. Daha bir çok şey...
        Uzay zannedildiği gibi bir boşluk değildir, gaz ve toz zerreleri ile görünen ve görünmeyen ışıklardan oluşur. Uzayda yıldızlar vardır, yıldızların etrafında dönen gezegenler vardır, gezegenlerin etrafında dönen uydular vardır.
        Uzayda meteorlar vardır, galaksiler vardır ve daha bir çok şey uzayda yer alır. Yıldızlar bu galaksilerin içerisinde yer alırlar ve gezegenler nasıl ki yıldızların etrafında dönüyorlarsa, yıldızlarda galaksilerin merkezlerinde dönerler. Uzayda tahminen 100 milyar tane galaksi olduğu ve bu galaksilerin her birisinde 100 milyar tane yıldız olduğu düşünülmektedir.
        Canlıların yaşadığı Dünya bir gezegendir ve bir yıldız olan Güneş'in etrafında döner. Güneş ise kendisine bağlı olan dokuz gezegenle beraber Samanyolu Galaksisinde yer alır ve galaksinin etrafında döner.
        Yukarıdaki ifadem size belki garip gelmiştir... bu kadar gezegen varken siz canlıların yaşadığı gezegen Dünya ifadesini kullandınız. Evet, çok sayıda gezegen ve yıldız var, ancak bu gezegenlerde canlıların yaşadığına dair bir belirti görülmemiştir. Gerek dev teleskoplarla, gerekse de diğer araçlarla yapılan gözlemlerde başka hiçbir gezegende canlılık belirtisine rastlanılmamıştır.

LÜTFİ ŞAHİN

GÜNEŞ AKŞAMLARI SÖNÜYOR MU?

     Akşam saatlerinde gökyüzüne baktığımız zaman parlayan yıldızları görürüz. Sabah saatlerinde ise yıldızlar gitmiş ve yerine Güneş gelmiştir. Saatler ilerleyip akşam olduğunda Güneş'in de gittiğini ve yerine yıldızların geldiğini görürüz; peki Güneş akşamları sönüyor mu?
        Dünya'nın şeklini merak eden bilginler yüzlerce yıl çalışmalar yapmış ve sonunda Dünya'nın küreye benzediğini bulmuşlardır. Bunu bulan bilginler aynı zamanda yıldızlar hakkında ve Güneş hakkında da araştırmalar yapmışlardır.
        Dünya bir küreye benzemektedir. Aynı zamanda Dünya hem kendi etrafında ve hem de Güneş adı verilen yıldızın etrafında dönmektedir.
        Dünya'nın kendi etrafında dönmesi gece ve gündüz denilen olayların meydana gelmesini sağlamaktadır. Dünya'nın bir yüzeyi Güneş'e bakmakta ve bu kısımda gündüz saatleri yaşanırken, Dünya'nın Güneş'e bakmayan yüzünde gece saatleri yaşanmaktadır.
        Ama gündüz tarafında olanlar devamlı gündüzü yaşamamakta, Dünya kendi etrafında döndüğü için belli bir saatten sonra Güneş batmakta, ama bir yerde batarken Dünya'nın başka yerlerinde gündüz, bazı bölgelerinde ise daha yeni doğar bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
        Aslında bunu sizlerde deneysel olarak görebilirsiniz. Yanan bir el fenerini Güneş gibi düşünüp bir masanın üstüne koyalım. Elimize alacağımız bir portakalı de Dünya olarak düşünelim. Portakalı bu el fenerinin önünde hareket ettirelim, ama portakalı kendi kseni etrafında döndürerek bu hareketi yapalım. Göreceğimiz şeylerden birisi portakalın bir yüzüne el fenerinin ışığı vururken, diğer yüzüne el fenerinin ışığı vurmaz. Döndürme işlemini sürdürürken göreceğimiz diğer şey ise belli bir süre ışığı gören tarafın belli bir süreden sonra ışığı görmediği, ışığı görmeyen yüzeyin ise belli bir süreden sonra ışığı görmeye başladığıdır.

LÜTFİ ŞAHİN

DÜNYA'NIN YAPISI

Dünya değişik özelliklere sahip üç katmandan oluşmuştur. Bu katmanlar şunlardır:
        1-Hava Küre
        2-Su Küre
        3-Taş Küre
        1-Hava Küre (Hava Katmanı): Hava küre denilen atmosfer, Dünya'yı çepeçevre sarmış gazlar topluluğudur. Atmosfer hem canlıların yaşaması için gerekli gazları taşır, hemde değişik iklimsel olayların meydana gelmesine neden olur.
        Hava sadece gökyüzünde olmaz, aynı zamanda topraktaki boşluklarda ve suyun içerisinde de hava moleküllerine rastlamak mümkündür.
        2-Su Küre (Su Katmanı): Dünya'nın büyük bir kısmı sularla kaplıdır. Sular okyanuslarda, denizlerde, nehirlerde ve Dünya'nın neredeyse tamamında yer alır. Dünya'nın %75' i sudur.
        3-Taş Küre (Kara Katmanı): Dünya'nın katı yüzeyi taş küreyi meydana getirir. Taş küre: kıtalar, okyanus tabanları, kayaçlar, mineraller, taş ve toprak gibi katı kısımlardan oluşur.
        Mineraller tabiatta cevher halinde bulunan kendine özgü özellikleri olan maddelerdir. Minerallerin ekonomik değeri olanlarına maden adı verilir. Demir, bakır, altın ve gümüş insanların uzun zamandır kullandıkları madenlerdir.
LÜTFİ ŞAHİN

DÜNYA'NIN ŞEKLİ NASILDIR?

 Binlerce yıl önce insanlar Dünya'nın şekli üzerinde tartışıyorlardı. İnsanların büyük bir çoğunluğu Dünya'nın kareye yada düz bir tepsiye benzediğine inanıyordu. Teleskobun icadından sonra ve özellikle de astronomi biliminin gelişmesinden sonra Dünya'nın şekli daha iyi anlaşıldı. Dünya tam olmayan bir yuvarlak yapıya sahiptir. Yukarıdan ve aşağıdan bir miktar basık olan bir yuvarlak.
        Dünya'nın yuvarlak olduğunu şu şekilde yapacağımız bir gözlemle anlayabiliriz: Sahil kenarında dururken sahile yaklaşmakta olan bir geminin önce direklerini, daha sonra üst kısımlarını, biraz daha bekleyince gövdesini ve en sonunda tamamını görürüz; bu da bize Dünya'nın yuvarlak olduğunu gösterir.
        Dünya'nın şekli ile ilgili olarak değişik bilginler değişik görüşler belirtmiştir. Dünya'nın daireye benzediğini Thales (Tales) savunmuştur. Daha sonra yaşamış olan Aristo Dünya'nın yuvarlak olduğunu savunmuştur. Biruni adlı Türk Bilgini Dünya'nın küresel yapısından bahsetmiş ve verdiği matematiksel değerler neredeyse bugünkü bulunan değerlerle aynıdır. Nikolaus Copernicus (Nikolas Kopernik)  adlı bilgin Güneş'in Dünya'nın etrafında dönmediğini, Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğünü ileri sürmüştür. Galileo Galilei (Galile Galile) yaptığı teleskopla Kopernik'in fikirlerini desteklemiştir.
LÜTFİ ŞAHİN

POZİTİF İLİMLERE ÖNEM VERMİŞ BİR ALİM: KATİP ÇELEBİ

   "Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, sana saygıyla ürpermeyen gönülden, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım." (1)
        İslami ilimleri kendine südur edinen Osmanlı için son zamanlarda pozitif ilimler adeta önemsenmez olmuştu. Hz. Muhammed'in hadis-i şerifi olan yukarıdaki söze göre insanlara faydalı pozitif ilimlerinde faydalı ilim olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
        Yunus dizelerinde ne güzel demiştir:
        "İlim ilim bilmektir,
        İlim kendin bilmektir,
        Sen kendin bilmezsen,
        İlim nice okumaktır"
        İnsanın kendisini bilmesi için pozitif ilimleri de bilmesi gerekmektedir. Pozitif ilimlere değer vermiş bir alim: Katip Çelebi'dir.
        Asıl adı Mustafa olan Katip Çelebi 1609 tarihinde İstanbul'da doğmuştur. Katip Çelebi Doğu'da Hacı Halife, Batı'da ise Hacı Kalfa adıyla tanınır.
        Katip Çelebi çocukluk çağlarında iyi bir eğitim almıştır. 4. Murat Dönemi'nde girişilen Doğu seferlerine katip olarak katılmıştır.
        Tarihten tıbba, coğrafyadan astronomiye kadar geniş bir ilgi alanına sahip Katip Çelebi'nin aynı zamanda zengin bir kitaplığı vardı.
        1645'de sıra kendisine geldiği halde terfi ettirilmediği için kalemdeki vazifesinden istifa etti. 1648'de yazdığı Takvimü't Tevarih adlı eserinden dolayı  şeyhülislam Abdürrahim Efendi aracılığıyla kalemde ikinci halifeliğe getirildi. Bundan sonra da Katip Çelebi peş peşe eserler vermeyi sürdürdü. Yirmiye yakın eser veren Katip Çelebi'nin en önemli eserleri tarih, coğrafya ve bibliyografya alanlarındadır.
        Görüldüğü gibi yapılan bir yanlış Katip Çelebi'nin moralini bozmuş, ancak pes etmemiştir. Sonunda da hak ettiği yere getirilmiştir.
        Katip Çelebi'nin tarih alanındaki yapıtlarının ilki 1642 yılında tamamladığı Arapça Fezleke'dir.
        En tanınmış yapıtlarından olan Tuhfetü'l- Kibar fi Esfari'l- Bihar'da kuruluş döneminden 1656 yılına kadar Osmanlı denizciliğinin bir tarihçesi yanında Osmanlı donanmasının, tersane ve bahriye örgütünün işleyişini işler.
        Coğrafi yapıtların en öenmlisi olan Cihannüma Osmanlı coğrafyacılığında yeni bir çığır açmıştır.
        Katip Çelebi İslam coğrafyacılarının bazı bilgilerinde yanlışlarının olduğunu ifade etmiştir. Bunun nedeninin ise harita kullanmamalarından kaynaklandığını belirtmiştir.
        Katip Çelebi 1657 yılında vefat etti. Mezarı Vefa'dan Unkapanı'ndaki Mahmudiye Köprüsüne inen büyük caddenin sağ kenarındadır.
        Katip Çelebi çalışkan, iyi huylu, vakarlı, az konuşan, çok yazan biri olarak bilinmektedir.
        Katip Çelebi Batı bilimleriyle ilgilenmiş ve bunları Doğu bilimleriyle karşılaştırıp sentezini yapmış ilk Türk bilim adamlarından birisidir.

        DİPNOTLAR: (1) Hz. Muhammed. (sav)

        KAYNAKLAR
        1-http://www.edebiyatogretmeni.net/katip_celebi.htm
        2-http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%A2tip_%C3%87elebi


LÜTFİ ŞAHİN